
Belki de ilk geribildirimi daha bebekken aldık; ayağımız takılıp yere düştüğümüzde annemizin babamızın gözlerine baktık, düşmeye karşı bir tepki vermeden hemen önce, çevremizdeki tepkinin ne olduğunu anlamak için baktık, duygularımızın doğru olup olmadığını anlamak için baktık. Gördüğümüz tepkiye göre de hareket ettik. Anne babamız acılı bir ifade ile baktıysa ağladık, rahat davrandılarsa da kendi kendimizi sakinleştirdik.
Eğer insan düşünmeyi yürümeden önce öğrenseydi, bir çok insan emeklemeye devam ederdi. Durdururdu kendisini düşünce yere, ayağa kalkıp yeniden yürümeye başlamalı mıyım? Aynı acıyı yeniden yaşamalı mıyım? Zorunda mıyım? İçerden gelecek olan ses “Hayır yapma” derdi ve belki de gerçekten yürümeye başlamamız uzun bir zaman alırdı.
Evet İnsan herhalde evrende kendi kendisini durduran, diğer bir tabir ile sabote eden yegane varlık. Kendi kendimizi sabote etmeyi de iyi ki yürümeye ve diğer hayati faaliyetlerden sonra öğrendik. Düşünmeyi öğrendikten sonra, kendimizi de eleştirmeyi öğrendik, değil mi?
Tekrar düşünsenize önce eleştirmeyi öğrenseydik; yürümeyi öğrenirken yere düşünce kendimizi eleştirip belki de bir iki denemeden sonra pes edecektik – düşüncesi bile acı veriyor değil mi? Ama bunu hala yapıyoruz? hergün yapıyoruz, her hafta, her ay her yıl bunu yapıp duruyoruz. Gitmek istediğimiz yer, hedef, olmak istediğimiz halimiz ile şuandaki halimiz arasında duran tek engel içimizdeki sabatör, iç ses, iç bekçi.
İlk paragrafta “geri-bildirim”den bahsettim. Evet sabatörümüzün duymak almak istemediği, kabul etmediği bir olgu. Çünkü geribildirim alırsa yeni birşey öğrenmek zorunda kalacak sabatör, sisteme yeni data girecek, sonra ne yapacak bu yeni data ile, hiç tarzı değil, onun tarzı statukoyu korumak. Eski köye yeni adete hiç gerek yok, kır bacağını otur, ne gerek var şimdi buna, sen işine bak, bak en son bunu yaptığında başarısız olmuştun tekrar yapma… bunlar ve diğerleri, bizi hareket etmekten alı koyan bu sesleri cümleleri kafanızın içinde, arkadaşlarınızdan, çevrenizden hiç duyuyor musunuz? Cevap kesinlikle EVET.
İşte kendimizi böyle sabote ediyoruz, veya sabotaja kurban olmaya meyilliyiz, neden mi? Bunu daha çocuk yaşlarda öğreniyoruz ve bu bilinçdışı denen ve bizim erişimimizin olmadığı bizi kontrol eden yerde hayat boyu kalıyor. Aslında bu bir korunma mekanizması, korkularımızdan bizi koruyor, korkularımız var evet, neden korkuyoruz peki. Zarar görmekten: başarısız olmaktan korkuyoruz. Bu çocukken işe yaramış belli ki, ancak şuanda bize hizmet etmiyor artık aksine bizi limitliyor. Eğer kendimizi tanımak, potansiyelimizi anlamak gibi bir derdimiz yoksa da, bu sabotörler bizi hayatımız boyunca yönetiyor, limitliyor, sözüm ona tehlikeye karşı koruyor, biz de kendimiz yönetiyoruz zannediyoruz hayatımızı ve yaşıyoruz limitlenmiş bir potansiyeli. Gerçek potansiyelimizin farkında bile olamadan, yanından dahi geçemeden sanki ona dokunmak yasakmış gibi… Yazarken bile içim karardı yeminle.
Sabotörlerimizin beslendiği korkularımızı bilinç dışından çıkartıp yani onları tanıyıp anlayabilirsek, onların bizi kontrol etmesini engellemiş olacağız. Bu zor bir süreç evet ama kesinlikle değer. Sabotörlerimizi tanıdığımızda, onların sesini duyduğumuz zaman, onları dinlememeyi seçebiliyoruz. Onları yoketmek gibi bir niyetimiz yok onlardan çok şey öğrenebiliriz. Tüm bunları yapmak bir seçim meselesi. Kendini tanıma süreci. Olumsuz düşünceleri olumluya dönüştürme süreci, limitleyici düşünceleri, harekete geçirici, pozitif düşünceler ile değiştirme dönüştürme süreci.

Olumsuz düşünmeye meyilli kişilerde bu sabatörler daha da güçleniyor ve hayatımızı daha da limitliyorlar. Bu olumlu veya olumsuz düşünceler bizim inançlarımız haline geliyor, taa çocukluk yaşlarından itibaren ve doğru olduğuna inandığımız, ezbere otomatik düşündüğümüz kalıplar halinde öylece bilinçdışımızda yüzüyorlar. İnançlarımız hayata baktığımız gözlerimize birer gözlük oluyorlar. Eğer inandığımız bu düşünce kalıpları olumsuz ise (veya gözlüklerimiz buğulu ve kirli ise) sabotörler bizi esir alıyorlar, küçücük limitlenmiş bir hayatın içinde bizi yönetiyorlar. İnançlarımız eğer olumlu düşüncelerden oluşuyorsa da, mesela risk almanın yeni şeyler denemenin doğru olduğuna inanıyorsak, çok farklı ve zengin bir iç dünyaya sahip olurken. Bunun tam tersine inanan bir kişi de kırıyor bacağını oturuyor bir işte 100 sene çalışıyor.
Şimdi o doğru bu yanlış yok burada. Her iki durumda da insan aynı insan olabilir, iyi kötü, doğru yanlış yok bu işte. Limitlenmek, engellenmek veya limitlenmeden engellenmeden tüm potansiyelini yaşamak var hayatta.
Hangi yolu tercih edeceğin sana kalmış. Limitleyici inançlarını bulup onları dönüştürüp potansiyeline merhaba demeyi mi, yoksa “gerek yok şimdi tüm bunlara, kafamı karıştırma” şeklinde yine sabatörünün sesine kulak verip hayatı, potansiyelini eksik yaşamayı mı tercih edeceksin. Sadece bu iki yol var önünde, ortası yok. Herkesin içinde bulunduğu durum sadece bu iki durumdan ibaret. Ya kendimizi limitliyoruz ya da buna izin vermiyoruz. He ben hem limitliyorum hem de mutluyum diyen varsa, benim bazı sorularım var; hiç potansiyelinin geri kalan tarafını gördün mü? bunu görsen ne yapardın? limitlerinin olmadığı bir dünyada herşeyin mümkün olduğunu bilseydin neyi farklı yapardın? ve daha başka başka sorular. Şu son soru da bile cevaplarınızın nasıl şekillendiğini sezebiliyorum.
Düşüncelerimiz duygularımızı, duygularımız da hangi davranışlarımızı seçip ortaya sergileyeceğimizi şekillendiriyor. Bu hep böyle oldu ve olmaya devam edecek. Destek istiyorsan: burakakalin@icloud.com
Sevgiler.
[…] Korku, bizi nasıl engelliyor, nasıl kendi kendimizi sabote etmemize neden oluyor ile ilgili yazdığım yazıyı bu linkten okuyabilirsiniz. […]