Bu sabah metroda işime gidiyorum her gün yaptığım gibi. Şans eseri oturacak bir yer buldum, açtım kitabımı okuyorum. Okuduğum kitap ‘Her Şeyin Başı Blog’. Bu blogumun ilk yazısı, heyecan var tabii ama nereye kadar? diyorum kendi kendime ve aklıma gelenleri yazmaya başlıyorum. Bir yandan da bu kitabı okumaya başladım, blog nedir, nasıl yazılır, nelere dikkat etmek gerekir gibi sorulara çok güzel cevaplar buluyorum Salih Seçkin Sevinç’in kitabında.
Bu arada bu kitap ile de geçen haftaki MCT’nin İK Zirvesinde karşılaştım ve hemen aldım. Tamamen tesadüf, aklımda bile yoktu. Bu nedenle yazılarım da şimdilik tamamen doğaçlama olacak, konular karşıma çıktıkça, aklıma geldikçe yazacağım. Eğlenceli olacağa benziyor, doğaçlama dediysem öyle her konuda değil, sizlerle ortak noktamız İnsan Kaynakları olacak. Dile kolay 16 yıllık İK Kariyeri, şirketler, görevler, terfiler, hedefler, süreçler, sistemler, kararlar, olurlar, olmazlar, doğrular, yanlışlar, değişimler…dolmuşum tabii, bugüne kadar da hiç yazmamışım, çıkıverdi birden bire içimdeki bloglama aşkı. Bakalım göreceğiz nereye gidecek bu iş. Yine sloganım olan ‘nereye kadar?’ diyerek, uzatmadan hikayeme devam ediyorum.

Karşımda bir kadın ve 5 yaşlarında ufak çocuğu oturuyordu bu sabahki metro yolculuğumda, çocuk neşeli neşeli oyun oynuyordu, biraz fazla ses çıkartıyordu ama çok neşeliydi, gülüyor eğleniyor, çevresi ile iletişim halinde belli ki bu yolculuktan memnun. Annesi birden çocuğa bağırdı ve sert bir şekilde susmasını söyledi. Çocuk devam etti hiç istifini bozmadan, bu sefer annesi eli ile omuzuna vurarak daha da sert bir şekilde uyardı çocuğunu. Benim bile içim acıdı bu hareket karşısında. Çocuk sustu belli ki acımıştı omzu, üzgündü, sessiz bir şekilde gözlerinden yaşlar süzüldü ve neşe ile başlayan yolculuğunun geri kalan kısmına mutsuz bir şekilde devam etti. Bir süre sonra yine oynamaya eğlenmeye başladı kendince.

Evet bugün karşılaştığım ve gözlemlediğim bu hikayede mutlu kimse yok maalesef. Neden anlattım bu hikayeyi peki.

Ben bu hikayede ne gördüğümü yazacağım, düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım, hemfikir olursunuz olmazsınız, yorumlarınızı merakla bekleyeceğim.

Aslında hepimizin içinde bir çocuk yok mu, bence var. Ben o çocuğa baktığımda kendi mi gördüm onda. Heyecanla, tutku ile çalışmak, bu duygular öne çıktı bende. Küçük bir çocuğun zamanını en çok verdiği etkinlik oyun oynamaktır değil mi? Tutku ile oynamak yani akış dediğimiz hep o aradığımız ancak zor bulduğumuz anlarda olmak.

Mutlu çalıştığım zamanları hatırlattı o çocuk bana, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden çalıştığım ve bundan zevk aldığım, iş arkadaşlarım ile beraber bir şeyler yapmaktan mutlu olduğum zamanlar. Güzel zaman çabuk geçer derler, tam da bu duygu işte. O zamanlara gittim geldim.

Belki de yaşlanıyorum mu ne, yok ama insan oğlu duygusaldır, güzel şeyler hatırlanmak için vardır, o anları hatırlamak güzeldir de. O zamanlar şirketler de yeni yeni çalışan mutluluğu, bağlılığı gibi kavramlar var ama bu işler ile uğraşacak kişiler uzmanlar daha pek yok (sanki şimdi çok mu dediğinizi duyar gibiyim. Gerçekten alınan yol çok h

workwithheart3
image source

ızlı ve aynı hızla daha da artarak devam ediyor, yeni teknolojiler çalışan bağlılığının artması için mükemmel araçlar sunuyor şirketlere – bu konulara ve yöntemlere ilerleyen yazılarımda detaylı olarak değineceğim) Parantezi kapatıyorum ve diyorum ki, o zamanlarda bizler çok mutlu çalışmışız hem de şirketlerin pek de buna zaman ve para yatırmasına gerek kalmadan. Neydi o zaman bizleri yaptığımız işlerde akışa rahatlıkla girmemizi sağlayan ? İşte bu milyon dolarlık soru aslında. O zamanki şartları tekrar sağlasak, bu sorunun cevabına göre tabii, sen sağ ben selamet, herkes mutlu, çalışan bağlılığı tavan yapmış, şirketler mutlu olur değil mi? Evet ama o kadar kolay değil işte.

 

Hikayeye dönecek olursak; çocuk için sonrası ortada; üzülüyor, acı çekiyor, tekrar mutlu şekilde oyun oynamanın yolunu buluyor. Asıl bizler için sonra ne oluyor da mutsuz oluyoruz çalıştığımız işte. Mutlu olmanın formülünü de bulmuşlar, hani vardır ya web sitelerinde karşımıza çıkar ‘iş yerinde mutlu olmanın 16 yolu’. Genelde mutsuz olduktan sonra mutluluğun formülünü ararız, insan kaybettiklerine üzülüyor, tekrar bulmaya çalışıyor. Bunun yerine, elimizdekinin değerini bilip, kaybetmemek için adımlar atsak, aksiyonlarımızı bu yönde yoğunlaştırabilsek herşey kökünden çözülecek. Bu yumurta tavuk hikayesi gibi ; bir yandan çalışanlar şirketlerinden kendilerini mutlu etmesini bekliyor, diğer yandan şirketler çalışanlarını mutlu etmek için, bağlılıklarını arttırmak için yatırım üzerine yatırım yapıyor sonra da ölçmek için ayrıca yatırım yapıp anketler yapıyor, sonra bu anketlerde çıkan sonuçlar…neyse gerisini siz biliyorsunuz 🙂

Peki nereye gidiyor bu iş ? Nereye kadar ? Aslında cevap hem basit hem değil ;

Ben o mutlu mutlu çalıştığım zamanları tekrar düşündüğümde, beni neyin mutlu ettiğini anlamlandırmaya çalıştığımda (bunca yıllık tecrübe bu anlamlandırmayı çok daha iyi ve basit yapmamı sağlıyor) hep aynı aşağıdaki basit cevaplar karşıma çıkıyor ;

  • İşimi yüreğimle yaptığımda çok mutlu oluyordum (kalp herkeste vardır ama yürek herkeste bulunmaz)
  • Hata yaptığımda bunu söylüyor ve korkmuyordum, hatalarımdan öğrendiğimi hissediyordum
  • bunun için beni ‘yüreklendiren’ bana doğal koçluk yapan ve gelişimimi kendimin yönlendirmesine izin veren bir yöneticim vardı
  • işi yüreği ile yapacak kişileri seçerek işe alım yapılıyordu ve şirketim çalışan-lider ilişkisini karşılıklı oluşturacak bilinçli ve doğal bir ortam sağlıyordu
  • liderlik ve başarılar ödüllendiriliyordu
  • koçluk üzerine kurulu, karşılıklı yapıcı geri-bildirim ile örülü performans sistemine sahiptik

Bu maddelere baktığımızda aslında hepsi bugün İK jargonu ile karşımızda.

Performans sistemleri, yetkinlik sistemleri, koçluk programları, lider gelişim programları, işe alım sistemi, değerlendirme merkezleri, ücretlendirme ve iş değerleme sistemleri, daha bilmem kaç tane sistem, hedef, proje… e peki sonuç ne? hep aynı. Her sene ölçümlenen çalışan memnuniyeti, bağlılığı, liderlik endeksleri, seneden seneye 6 puan ileri 3 puan geri, sonra 2 puan ileri. İlerledikçe süperiz, muhteşemiz, düştükçe neler oluyor, neden düştük, ‘eyvahlar olsun’, ‘bu çalışanları nasıl mutlu edeceğiz’ sözleri.

Basit olmayan kısmı ise, bu yukarıdaki her bir sisteme hem şirketin ruhunu katmak, hem de bu sistemleri hem çalışanların hem de yöneticilerin dilinden anlayacak hale getirmek…çok şanslıyım ki, bu şirketlerde çalıştım, bu sistemleri, yapıları kurdum, yönettim, kurulmasına destek oldum, kullandım.

Şimdi de amacım, yürekleri ile işlerini yapan çalışanlar ve onlara değer veren şirketleri oluşturmak isteyenler için danışmanlık ve koçluk yapmak.

Mutsuz çalışan yoktur, yüreği ile iş yapamayan çalışan ve bunun ortamını sağlayamayan şirket vardır.

Sevgiler,

By akalinburak

Career & Life Coach

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: